15 Şubat 2025 Cumartesi
Resmi Gazete’de Yayımlanan Ek Ders Ücretleri Düzenlemesi
İlk Açık Eşcinsel İmam Suikast Kurbanı
Bilim Dünyasından Umut Veren Haber: Her Gün Bir Kase Yoğurt Kanser Riskini Azaltıyor!
İhtiyaç Kredisi Kullanacaklara Müjde! Limitler Arttı, Vadeler Uzadı! İşte Yeni Kredi Rakamları
Aile Bakanlığı'nın Sevgililer Günü Paylaşımına Siyasi Cepheden Sert Tepki
Yeni bir araştırma, düzenli yoğurt tüketiminin bağırsak sağlığı üzerindeki mucizevi etkilerini bir kez daha gözler önüne serdi. Bilim insanları, yoğurdun içerdiği probiyotiklerin bağırsak mikrobiyotasını zenginleştirerek kolorektal kanser riskini önemli ölçüde düşürebileceğini ortaya koydu. Gut Microbes dergisinde yayınlanan bu çığır açan çalışma, sağlıklı beslenme alışkanlıklarının kanserle mücadeledeki kritik rolünü vurguluyor.
Kolorektal kanser, özellikle genç yetişkinlerde giderek artan bir sağlık tehdidi haline gelirken, uzmanlar bu yükselişin nedenlerini yoğun bir şekilde araştırıyor. Aşırı işlenmiş gıdaların tüketimi, dengesiz beslenme, hareketsiz yaşam tarzı ve obezite gibi faktörlerin bu artışta önemli rol oynadığı düşünülüyor. Son yıllarda yapılan çalışmalar, bağırsaklardaki bakteri çeşitliliğinin ve dengesinin, kanser gelişimiyle yakından ilişkili olduğunu gösteriyor. Özellikle Bifidobacterium cinsi bakterilerin, bazı tümör türleriyle bağlantısı olduğu ve kolorektal kanser hastalarının tümör dokularında bu bakterilere sıkça rastlandığı tespit edildi.
Uluslararası bir araştırma ekibi, uzun soluklu iki büyük çalışmanın (Hemşirelerin Sağlık Çalışması ve Sağlık Profesyonelleri Takip Çalışması) verilerini detaylı bir şekilde analiz etti. Yaklaşık 150 bin katılımcının yıllar süren beslenme alışkanlıkları incelenerek, yoğurt tüketimi ile bağırsak kanseri arasındaki ilişki mercek altına alındı. Araştırmanın çarpıcı sonuçları, haftada en az iki porsiyon yoğurt tüketen bireylerde kolorektal kanser riskinin yaklaşık yüzde 20 oranında daha düşük olduğunu ortaya koydu.
Araştırmacılar, özellikle Bifidobacterium-pozitif proksimal kolon kanseri vakalarının, düzenli yoğurt tüketenlerde daha az görüldüğünü belirledi. Bu bulgu, yoğurdun belirli tümör alt tipleri üzerinde antitümör etkilere sahip olabileceği yönünde önemli ipuçları sunuyor. Yoğurdun içeriğindeki probiyotiklerin, bağırsak mikrobiyotasını olumlu yönde değiştirerek, kanser gelişim sürecini etkileyebileceği düşünülüyor. Uzmanlar, bu alandaki araştırmaların derinleştirilerek, yoğurdun kanser önleme ve tedavi süreçlerindeki potansiyel rolünün daha net anlaşılmasının önemini vurguluyor.
Çocukluk çağı kanserleri, minik bedenlerde açılan acı bir savaş… Ne yazık ki, her yıl binlerce çocuk bu zorlu mücadeleye göğüs geriyor. Uzmanlar, çocukluk çağı kanserlerinde en sık görülen türün lösemi olduğunu belirtiyor. Ancak umut verici gelişmeler de yaşanıyor. Özellikle Türkiye, kök hücre nakli alanında Avrupa’nın en başarılı ülkelerinden biri olarak öne çıkıyor. Tedavi yöntemlerindeki ilerlemeler sayesinde, çocukluk çağı kanserlerinde başarı oranı yüzde 70’lere ulaşmış durumda.
Çocuk Hematoloji ve Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Atila Tanyeli, Uluslararası Çocukluk Çağı Kanserleri Günü kapsamında yaptığı açıklamada önemli bilgiler paylaştı. Prof. Dr. Tanyeli, çocukluk çağı kanserleri arasında löseminin en sık görüldüğünü, ardından beyin ve santral sinir sistemi tümörleri ile lenfomaların geldiğini vurguladı. Erişkinlerde sıkça rastlanan meme ve akciğer kanserlerinin ise çocuklarda görülmediğini özellikle belirtti.
Prof. Dr. Tanyeli, kanserin çocuklarda enfeksiyonlar, kalp hastalıkları ve kazalardan sonra en sık görülen dördüncü ölüm nedeni olduğuna dikkat çekti. Bu önemli veri, çocukluk çağı kanserlerinin ciddiyetini ve erken tanının önemini bir kez daha gözler önüne seriyor.
Her yıl dünya genelinde yaklaşık 160 bin çocuğa kanser teşhisi konulurken, Türkiye’de bu sayı 3 bin civarında. Prof. Dr. Tanyeli, tedavi başarı oranlarının hastalığın türüne göre değişmekle birlikte ortalama yüzde 60-70 seviyesinde olduğunu aktardı. Bu oranlar, modern tedavi yöntemlerinin ve uzmanlaşmış merkezlerin önemini ortaya koyuyor.
Tedavide direnç gösteren vakalarda klasik kemoterapinin yanı sıra immünoterapilerin de devreye girdiğini belirten Prof. Dr. Tanyeli, kök hücre naklinin tedavi başarısını önemli ölçüde artırdığını vurguladı. Bu noktada Türkiye’nin Avrupa’daki lider konumuna dikkat çeken Tanyeli, ülkemizde 40’tan fazla pediatrik kök hücre nakli merkezi bulunduğunu ve bu merkezlere yurt dışından da çok sayıda hasta geldiğini ifade etti. Bu durum, Türkiye’nin sağlık alanındaki uluslararası başarısının somut bir örneği olarak karşımıza çıkıyor.
Prof. Dr. Tanyeli, yapay zeka teknolojilerinin sağlık alanında potansiyeline de değindi. Yapay zekânın henüz sağlıkta tam olarak istenilen seviyeye ulaşmadığını belirten Tanyeli, gelecekte erken tanı süreçlerinde önemli bir araç olabileceğini sözlerine ekledi. Bu öngörü, yapay zeka ve teknolojinin sağlık alanındaki geleceği açısından heyecan verici bir gelişme olarak değerlendirilebilir.
Hiperkoagülabilite, yani kanın normalden daha koyu ve yapışkan olması durumu, sağlığımız için ciddi bir tehdit oluşturuyor. Bu tehlikeli durum, kalp krizinden felce kadar yaşamı tehdit eden kan pıhtılarının oluşumuna zemin hazırlayabiliyor. Uzmanlar, kan pıhtılaşması riski taşıyan kişileri beslenme konusunda dikkatli olmaya çağırırken, bazı besinlerin bu riski tetikleyebileceği konusunda uyarıyor. Özellikle bir meyveye dikkat çeken uzmanlar, risk grubunda olanların bu meyveden kesinlikle uzak durması gerektiğini vurguluyor.
Hiperkoagülabilite, basitçe ifade etmek gerekirse, kanın normalden daha yoğun ve kıvamlı hale gelmesi durumudur. Bu durum, kan damarlarında pıhtı oluşumunu kolaylaştırarak, damar tıkanıklıklarına ve buna bağlı olarak kalp krizi, felç gibi ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir. Hiperkoagülabilite genellikle ilaçlarla tedavi edilirken, uzmanlar beslenmenin de tedavi sürecinde önemli bir rol oynadığını belirtiyor. Bitkisel tedaviler de doktor kontrolünde destekleyici olarak kullanılabilse de, yanlış kullanımların toksik etkileri olabileceği unutulmamalıdır.
Konunun uzmanları, hiperkoagülabilite sorununu doğal yollarla yönetmek isteyenler için önemli beslenme tavsiyelerinde bulunuyor. Öncelikle, kan pıhtılaşması riskini artıran bazı besinlerden uzak durmak gerekiyor. Uzmanlar, bu risk grubundaki kişilerin kesinlikle kaçınması gereken besinleri şu şekilde sıralıyor:
Aronya (Aronia Meyvesi): Özellikle kan pıhtılaşması sorunu olan hastalar için riskli olabilir. Yüksek miktarda meyve asidi içerdiği için mide ve bağırsakları tahriş edebilir. Mide ülseri ve gastriti olanların da uzak durması gereken bir meyvedir.
Uzmanlar, kanı inceltmeye yardımcı olan ve hiperkoagülabilite riskini azaltan bazı besinleri de öneriyor. Bu besinler arasında şunlar yer alıyor:
Uzmanlar, hiperkoagülabilite sorunu yaşayan veya risk altında olan kişilerin mutlaka bir doktora danışarak tedavi ve beslenme planı oluşturması gerektiğini vurguluyor. Kendi başınıza bitkisel veya doğal yöntemlere başvurmak yerine, doktorunuzun önerileri doğrultusunda hareket etmek en doğrusu olacaktır.
Unutmayın: Sağlıklı bir yaşam için dengeli ve bilinçli beslenme hayati önem taşır. Kan pıhtılaşması riskini azaltmak ve sağlığınızı korumak için uzman tavsiyelerine kulak verin ve doktorunuzla işbirliği içinde hareket edin.
Kış mevsiminin soğuk yüzü kendini gösterirken, ısınma ihtiyacıyla birlikte maalesef “sessiz katil” olarak bilinen karbonmonoksit zehirlenmeleri de artışa geçiyor. Uzmanlar, her yıl onlarca insanın hayatına mal olan bu tehlikeye karşı kritik uyarılarda bulunarak, karbonmonoksitten korunmanın hayati önem taşıdığını vurguluyor. Özellikle kömür ve doğal gazlı ısıtıcıların yanlış kullanımı sonucu ortaya çıkan karbonmonoksit gazı, fark edilmeden zehirleyerek can kayıplarına neden olabiliyor.
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Ana Bilim Dalı Başkanı ve Acil Tıp Uzmanları Derneği Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Zeynep Gökcan Çakır, karbonmonoksit zehirlenmelerinin sinsi tehlikesine dikkat çekerek, zehirlenmelerin ölümcül olabileceği gibi, hayatta kalınsa dahi kalıcı sakatlıklara yol açabileceği uyarısında bulundu. Vatandaşların bu konuda bilinçli olması ve önleyici tedbirler almasının hayati önem taşıdığını belirten Prof. Çakır, “Karbonmonoksit zehirlenmelerinden korunmak için bacaların düzenli olarak kontrol edilmesi gerekiyor. Özellikle ters rüzgarların etkili olduğu dönemlerde vatandaşların daha da dikkatli olması ve ek önlemler alması şart,” dedi.
Son günlerde artan ters rüzgarların etkisiyle acil servislere karbonmonoksit zehirlenmesi vakalarının başvurularında artış yaşandığını belirten Prof. Çakır, “Acil servislerimize son günlerde bu şikayetle başvuran çok sayıda hasta var. Bu hastaların birçoğu düşük dozda karbonmonoksite uzun süre maruz kalmış. Başlangıçta zehirlenme fark edilmediği için, baş ağrısı gibi hafif şikayetlerle farklı kliniklere başvurulmuş ve grip benzeri durumlar düşünülerek evlerine gönderilmişler. Ancak düşük dozda karbonmonoksite uzun süre maruz kalmak da son derece tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle, karbonmonoksit zehirlenmesini akılda tutmak ve belirtilerini önemsemek hayati önem taşıyor,” uyarısında bulundu.
Erzurum Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Eğitim Merkezi Amiri Hasan Koçak, karbonmonoksit zehirlenmelerinin son dönemde artış gösterdiğini ve itfaiye olarak baca ve soba temizliği konusunda yoğun çalışmalar yürüttüklerini belirtti. Özellikle soba ve kömür bacalarının temizliğinin güz döneminde yapılması gerektiğinin altını çizen Koçak, “Zamanla bacalarda biriken kurum ve atıklar bacanın çekişini engelleyerek, ters rüzgarlarla birlikte karbonmonoksit gazının içeriye sızmasına ve zehirlenmelere yol açabiliyor. Doğal gaz bacalarının da mutlaka dışarıya açık olması gerekiyor. Yoğun kullanılan lokanta bacalarının ise yılda en az 4 kez, yani 3 ayda bir temizlenmesi hayati önem taşıyor. Baca temizliği, sadece karbonmonoksit zehirlenmelerini önlemekle kalmıyor, aynı zamanda boru ve baca içerisinde biriken yağ ve atıkların aşırı ısınmadan kaynaklı yangın riskini de ortadan kaldırıyor,” şeklinde konuştu.
Karbonmonoksit zehirlenmesi yaşayan ve ölümden dönen 43 yaşındaki Dilek Tokgöz Pak, yaşadığı dehşet dolu anları ve hayatta kalmasını sağlayan önemli detayı paylaştı. İki çocuğu ve kayınvalidesiyle birlikte 3 gün boyunca farkında olmadan zehirlendiklerini anlatan Pak, “Şiddetli baş ağrısı, mide bulantısı ve aşırı göz kararması yaşadık. Gece yarısı odayı havalandırmak için camı açmamız sanırım hayatımızı kurtardı. Çocuklarım kusmaya başlayınca, büyük kızım bayıldı ve hemen ambulansı aradık. Aziziye ilçesinden hastaneye yetiştirildik. Çocuklarımın durumu daha iyi ancak annemin ve benim ağrılarımız hala devam ediyor,” diyerek havalandırmanın hayati önemini vurguladı.
Karbonmonoksit Zehirlenmesinden Korunmak İçin Hayat Kurtaran Öneriler:
Bacalara Düzenli Bakım: Soba ve kombi bacalarının temizliğini güz aylarında mutlaka yaptırın. Doğal gaz bacalarının dışarıya açık olduğundan emin olun.
Soba ve Isıtıcıları Kontrol Edin: Soba ve ısıtıcıların kurulumunu yetkili kişilere yaptırın. Cihazların bakımını düzenli olarak yaptırın ve kullanım talimatlarına uyun.
Havalandırmaya Önem Verin: Kapalı ortamlarda soba veya ısıtıcı kullanırken, ortamı düzenli olarak havalandırın. Özellikle yatmadan önce ve gece yatarken odanın havalandırılmasına özen gösterin.
Duman Dedektörü Kullanın: Karbonmonoksit sızıntısını erken tespit etmek için duman dedektörü kullanın. Dedektörlerin pillerini düzenli olarak kontrol edin.
Belirtileri Erken Tanıyın: Karbonmonoksit zehirlenmesinin belirtileri (baş ağrısı, baş dönmesi, mide bulantısı, halsizlik, kusma, göz kararması, bilinç bulanıklığı) gibi durumlarda derhal ortamı havalandırın ve tıbbi yardım alın. Zehirlenme belirtileri gribe benzerlik gösterebileceği için dikkatli olun.
Ters Rüzgara Karşı Tedbir Alın: Ters rüzgarlı havalarda soba ve kombi kullanırken daha dikkatli olun. Baca yönünü kontrol edin ve gerekirse ilave tedbirler alın.
Unutmayın, karbonmonoksit zehirlenmesi sessiz ve tehlikeli bir tehdittir. Önleyici tedbirler alarak sevdiklerinizle birlikte sağlıklı ve güvenli bir kış geçirebilirsiniz.
Kış mevsimiyle birlikte artan solunum yolu enfeksiyonları, özellikle çocuklar arasında hızla yayılmaya başladı. Uzmanlar, okulların açılması ve havaların soğumasıyla birlikte bulaşıcılığı yüksek dört virüse karşı aileleri uyarıyor.
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Hilal Çalışkan, rinovirüs, H1N1 (influenza), RSV (Respiratuar Sinsityal Virüs) ve adenovirüsün son günlerde en sık rastlanan solunum yolu enfeksiyonları arasında yer aldığını belirtti. Bu virüsler genellikle ateş, öksürük, burun akıntısı, boğaz ağrısı, baş ağrısı, kas-eklem ağrıları ve iştahsızlık gibi belirtilerle başlıyor. Bağışıklık sistemi henüz tam gelişmemiş çocuklarda ise daha ciddi sağlık sorunlarına yol açabiliyor.
Özellikle RSV’nin (Respiratuar Sinsityal Virüs) tüm dünyada salgınlara neden olduğunu belirten Dr. Çalışkan, bu virüsün küçük yaştaki çocuklarda ciddi solunum problemlerine yol açabileceğini vurguladı. Bebeklerde ve 7 yaş altındaki çocuklarda daha ağır seyredebilen RSV, hapşırık, öksürük ve yakın temas yoluyla bulaşıyor. Özellikle prematüre bebekler, doğuştan kalp hastalığı olan çocuklar ve bağışıklık sistemi zayıf bireyler için daha büyük risk taşıyor.
RSV enfeksiyonunun tedavi edilmemesi durumunda bronşiolit ve zatürreye yol açabileceğini belirten Çalışkan, “Özellikle 6 aydan küçük bebeklerde nefes darlığı, sinirlilik, iştahsızlık gibi belirtiler görülebilir. Bu belirtiler ortaya çıktığında vakit kaybetmeden bir sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır” dedi.
Rinovirüs, H1N1, RSV ve adenovirüs gibi solunum yolu enfeksiyonlarının kapalı alanlarda hızla yayıldığını ifade eden Çalışkan, çocukların kalabalık ortamlarda uzun süre bulunmasının bulaş riskini artırdığını söyledi. Virüsler genellikle öksürük ve hapşırık yoluyla havaya yayılan damlacıklarla bulaşıyor. Ayrıca kirlenmiş yüzeylere temas sonrası ellerin yıkanmadan yüze götürülmesi de bulaş riskini artırıyor.
Hastalığın yayılmasını önlemek için çocukların belirtiler gösterdiği dönemlerde okula gönderilmemesi gerektiğini belirten Çalışkan, tedavi sürecinde antiviral ilaçlar, ağrı kesiciler ve bol sıvı tüketiminin önerildiğini dile getirdi. “Eğer çocukta yüksek ateş, balgamlı öksürük, nefes darlığı gibi şikâyetler varsa, mutlaka doktora başvurulmalıdır. Erken müdahale, ciddi komplikasyonların önüne geçmek için kritik önem taşır” ifadelerini kullandı.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.